Genel,  Günlük

GÜNLÜK – İKRA SEVİNÇ

Bilmediğin bir şehrin sokaklarını bir başına adımlamak zorunda olmak mı, yoksa bildiğin bir şehri
anılarda boğularak adımlamak mı daha ağırdır? Hep bunu düşündüm ve cevabı ararken benliğimin
kıvrımlarında kayboldum. Herhangi bir şehirde kaybolup yolu bulmaya çalışmak, bundan çok daha
kolay olurdu.

Seninle çıktığımız o tarifsiz yolculuğu hatırlıyor musun? Küçücük beldeyi çıkmaz sokaklarını bile
atlamadan, bütün kedilerine selam verip onların da birer Anadolu insanı edasıyla yaptıkları
uğurlamaları da yanımıza alarak üç dört saatte ancak gezebilmiştik. Bu kadar uzun sürmezdi aslında,
her çeşme önünde durup birer yudum su içmeseydik tabi. Ne kadar da garip gelmişti bu düşünce,
anlam verememiştim. Sebebini ise nice zaman sonra anlamıştım. Şehrin soyut olarak da somut olarak
da sende kalmasını istiyordun. O sular içine işliyor, yıllar boyunca da vücudundan atılmıyordu. Bunun
gibi verdiğin detayların olduğunu çok sonraları fark ettim, hep de pişman oldum. Benim için
değerini zamanında kavrayamamakla aynı şeyi ifade ediyordu.

Yolculuğumuza başladığımız noktaya gittim önce. Otobüsten indiğimiz o ilk andan itibaren merak
dolu bakışlarımızı birbirimize çevirmiştik. Gözlerindeki parıltı unutulur gibi değildi. Öyle ya, merak her
güzel şey gibi bunun da başlangıcıydı.

Denize âşık ağaçların arasından geçtim ilk seferki gibi. Bu sefer sadece geçmekle kalmadım,
onların hikâyesini yosunla kaplanmış köhne kayıklara anlattım. Yıllar boyu üzerinde yaşadıkları denize
böyle derinden bir sevda beslendiğini hiç fark etmediklerini söyleyip şaşırdılar. Sonra içlerinden birisi
aydınlanma yaşadı ve kendilerinin aslında denize kavuşmak için bir araç olduklarını söyledi.
Öncesinde fark edemediğim bu detayı duyunca afalladım. Onun fark etmesini de yaşlılığın getirdiği
bilgeliğe yordum.

Kayıkları denize bir şey anlatmamaları için tembihledikten sonra Arnavut kaldırımlı sokaktan yukarı
çıkıp kemerden geçtim. Önünde durup dinlediğimiz sokak sanatçısının bulunduğu köşede yine bir
sokak sanatçısı vardı. Yapmam gerekeni yapıp bilmediğim notaların arasına kendimi bıraktım.
Yanımda sen olsaydın, bunun yerine senin müzikle bir oluşunu izlerdim. Belki o sırada bir karahindiba
tohumu bizi izleyip rüzgârla gittiği yerlere hikâyemizi anlatırdı. Şimdiyse o hikâye yarım kaldı.
Belkilerimi müziğin kayıp dizlerine emanet edip yokuşu tırmanmaya başladım. Farklı boyutlardaki
cam şişelerde, el yapımı, mavi renkteki deniz kokulu kolonyaları satan dükkânın önünde durup
gözlerimi kapattım; deniz kokmuyordu elbette ama denizi, martıları, deniz kabuklarını çağrıştırıyordu.
Belki de sadece seni anımsattığı içindir. Uzun süre dükkânın önünde hareketsiz durunca kokuları
üreten teyze içeriden çıkıp “Almak ister misiniz? Çok hoş kokar, kalıcıdır hemen uçmaz.” dedi. “Aslında
ben de bundan çekiniyorum.” deyip teşekkür ettim. Kokuyu son kez içime çektikten sonra yoluma
devam ettim. Sana her zaman ulaşabilirsem özlemenin ne anlamı kalır yoksa?

Kokularla son kez birlikte olmuş olabilmek için yokuşun diğer ucundan indim yemek yediğimiz
balıkçının önüne. Küçük, kendi halinde bir balıkçıydı burası. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen
değişmemişti hâlâ aynı iskemleler, masalar duruyordu. Denizden çıkmış ağların kokusunu oldukça
baskın alabiliyordum. Diğer yerlerde olduğu gibi burada da yaptıklarımızı canlandırıp oturmadım. Bu
sefer sadece balıkçıya selam verip oradan ayrıldım çünkü yiyeceğim balıktan aynı tadı alamama
ihtimali beni korkuttu. Bu balığa da haksızlık olurdu denize de…

Bir bilet alıp atladım tekneye. Bindiğimiz tekneyi göremedim; ya sefere çıkmış olacaktı ya da
emekliye ayrılmış… Normaldi, hiçbir şey zamana karşı koyamazken onların bir de dalgalara karşı
koymaları gerekiyordu. Bindiğim teknenin başına geçip ayaklarımı tırabzanların altından dışarı
sarkıtacak şekilde oturdum. Teknenin ucunun suya vuruşu eşliğinde ayaklarımı sallamaya başladım.
Tuzlu su, tekne hız aldıkça üzerime sıçrıyordu; kıyafetlerimde kalmasına izin verdim.
Rüzgâr ciğerlerime doldukça, saçlarımla dans edip istediği yere savurdukça, varlığını bir kez daha
yanımda hissettim. Seninle olamamanın verdiği üzüntüyü değil seninle olduğum anların mutluluğunu
yaşadım. Adım attığın taşların üzerine senin yerine bastım, selamladığın kedilerin selamlarını senin
yerine aldım. Şimdiyse bunları yazarak seni sadece düşüncelerimde, hayallerimde değil gerçekte de
ölümsüzleştiriyorum. Gökyüzüne bakıp adlarını bulmaya çalıştığımız o parlak yıldızlar yağsın üzerine.
Tanıdık kokularda, notalarda, denizlerde yine buluşmak üzere. Hoşça kal.

Bir yorum

Bir cevap yazın